Saat Dükkânı
Kiraz, her gün yürüdüğü kaldırımdan eve gidiyordu. Biraz ileride eski saat dükkânı vardı. Her zaman antika saatleri incelemek istemişti fakat yorgun olduğu için hiçbir zaman içeriye girmeye yeltenmemişti.
Şu anda da bunu yapacağını sanmıyordu. Evine varınca yorgunluğu tabi ki geçecekti... Fakat diye düşündü Kiraz, sonra yapması gerekenler vardı. Biraz daha eskilere dönmek için neler vermezdi.
Dalgın dalgın, eski dükkânın önünden geçerken gözü cama takıldı. Yansıması içeride dolanıyordu.
Kiraz’ın yaptıklarını yapmak yerine kendi kafasına göre hareket ediyor meraklı bir şekilde raflar arasında geziniyordu. Kaybolmadan önce ona el salladı. Bu sırada Kiraz, önündeki taşı fark etmedi ve takıldı.
Dizleri sert zeminle buluşurken çantası ileriye düştü. Dizlerini ovuşturdu yüzünü buruşturarak. Bu sırada bir elin ona doğru uzandığını fark etti. Dükkândan içeriye baktı çaktırmadan, yansıması yoktu. Eli tuttu ve ayağa kalktı. Siyah okul kıyafetini düzeltirken “Teşekkürler…” diye mırıldandı.
“Acele işe şeytan karışır küçük kız, ailen sana bunu öğretmedi mi?” dedi yaşlıca bir ses. Kiraz yaşlı adama döndü, ince gözlükleri kemikli burnunun üstünde parlıyordu. Gözlerindeki diri bakışsa insana kendini sorgulatıyordu.
“Eve yetişmem lazım.” Dedi Kiraz, adamın uzattığı çantasını alırken. Adam Kiraz’ın dizlerine baktı.
“Kanıyor… İçeri girmek ister misin?” Kiraz daha demin gördüklerini hatırlayarak baktı adama, ardından da kalabalığın arasında şimdi ona zar zor gözüken yola... Yol bir anda daha yorucu gelmişti gözüne. Belki de eski dükkânı incelemek için ilk ve son fırsatı bu olacaktı.
“Olur…” Yaşlı adamın ona yardım etmesine izin verdi, içeri girdiler.
Kapının açıldığını haber veren küçük çan sessizliği böldü, Kiraz üstünde kitap olmayan ahşap sandalyelerden birine geçti. Canı acımıyordu, küçük bir yaraydı sadece, saatçi özenle bir tahta kutu getirip sandalyenin yanındaki masaya koydu ve Kiraz’ın önünde diz çökerek gözlüklerini taktı. Yarayı incelerken dikkatliydi.
“Çok ciddi bir yara…” dedi saatçi mırıldanarak, “Ama sen çok rahat görünüyorsun.” Derken Kiraz’a dönmüştü.
“Canım acımıyor… Bence o kadar da önemli değil.” Dedi Kiraz sakince.
“Her yara önemlidir…” Saatçi kanayan yere dikkatle pansuman yapmaya başladı. Nasırlı ve kaba elleri çok dikkatli hareket ediyor, havada nazikçe süzülüyorlardı.
Kiraz, dükkânı incelemeye başladı, ön kısımda gözünün alabildiği yere kadar giden raflar vardı. Kitaplar ve saatler raflara sığamayacak kadar çoktu. Birkaç ahşap masa vardı, bir tanesi dışında hepsi tepeleme kitap ve saatlerle doluydu.
Boş olan masada sadece bir kum saati vardı. Kumlar, saat daha yeni çevrilmiş gibi akıyordu. Kiraz kum saatine odaklandı, normal bir kum saati gibi değildi. Bir farklılık vardı ama ne olduğunu çözememişti.
“Dikkatini çeken bir saat var mı küçükhanım?” Kiraz saatçinin işini bitirmiş olduğunu o an fark etti. Yaşlı adam yavaş hareketlerle gözlüğünü çıkardı ve tahta kutunun içine eşyaları koydu.
“Kum saatin… Biraz farklı görünüyor.” Saatçi gülümseyerek kum saatine baktı.
“En değerli parçalarımdan biri…” dedi. “Bakmak ister misin?” Kiraz heyecanla kafasını salladı.
Adam masasına gitti, acele etmiyordu, saati Kiraz’a getirdi ve karşısına bir sandalye çekti.
“Bu saat, çok uzun zaman önce elime geçti. O zaman Avrupa’daydım, bir papaz hediye etmişti.” Dedi yaşlı adam.
“Çok yavaş akıyor.” Dedi Kiraz, kum akışını bozmamaya özen göstererek saatin dışını inceliyordu.
“Müşterilerimin burada geçirdiği zamanı gösteriyor.” Kiraz’ın kaşları çatıldı, adam o geldiğinde saate dokunmamıştı bile, fakat bir şey demeden saati incelemeye devam etti.
“Annen ve baban merak etmişlerdir, onların yanına gitmek istemez misin?” diye sordu saatçi Kiraz’ın elinden kum saatini alırken.
“Okuldan çıktığımı biliyorlar, biraz daha burada durmam onları endişelendirmez.” Dedi, rafların arkasında ne olduğunu merak etmeye başlamıştı. Dışarıdan küçük bir dükkân gibi görünüyordu fakat içerisi o kadar büyük, karışık ve eşyalarla doluydu ki ne kadar geriye gittiğini kestiremiyordu. Yaşlı adam Kiraz’ın önüne geçti ve rafların arkasını görmesini engelledi.
“İlgini çeken bir kitap varsa istediğin bir tane seçebilirsin, şöminenin yanı oturmak için çok güzel bir seçim bence.” Şömineyi gösterdi.
“Annen veya babanın numarası nedir?” Kiraz annesinin numarasını iki sene önce ezberlemişti. Adam numarayı çevirmeli eski bir telefona girdi.
Kiraz şöminenin ne zaman yanmaya başladığını fark etmemişti bile. Camdan dışarıya baktı yağmur, o gelirken yağmıyordu…
Kiraz, zamanın saatçinin içinde bir garip işlediğini fark etti. Fakat buna takılmayacaktı, onu içine çeken bu yeni yeri keşfetmesi gerekiyordu.
“Şimdilik açmadılar…” dedi saatçi iç geçirirken. “Biraz burada bekleyeceğiz galiba…”
Kiraz, eline rastgele bir kitap aldı ve şöminenin oraya oturdu. Bu sırada gözünün ucuyla da saatçiyi takip ediyordu. Saatçi boş olan masasına geçti ve önüne almış olduğu bozuk saati düzenlemeye ve birleştirmeye başladı.
Kiraz bakışlarını kitaptan ayırmıyordu fakat kitaba odaklanmamıştı. Belli bir sürenin ardından başka bir sayfaya geçiyordu sadece. Rafların arkasını görmeyi kafasına koymuştu ve bunu atabileceğini düşünmüyordu. Merakı bütün bedenini ele geçirmişti, onu oraya çeken şey neydi bilmiyordu bile.
“Tuvalet ne tarafta?” diye sordu. Saatçi kafasını kaldırmadı.
“Rafların biraz gerisinde sağda.” Dedi yaşlı adam, ilgisizce. Kiraz’ın kafasında bir ışık yandı sanki. Kitabı derhal kapattı ve ayağa kalktı.
“Rafların arkasında dolanmanı önermiyorum.” Dedi saatçi, hâlâ Kiraz’a bakmıyordu.
“Hızlı olacağım.” Dedi Kiraz ve yavaşça ilerlemeye başladı. Neler olacağını bilmiyordu. Umursamıyordu da... Sadece merak ediyordu, fakat bilmiyordu ki merak Pandora’ya kutuyu açtıran yegâne şeydi. Kutu bir kez açılınca içinden çıkacakları ve gelecek şeyleri ne öngörmek mümkündü ne de engellemek.
Kitaplıkların arasında ilerlemeye başladı, ilerledikçe tekrar eden bir kitap görüyordu, Platon’un Devlet’i. Kitap bir asi gibi rafların arasında kendini tekrar ve tekrar gösteriyordu. Sanki yılmadan Kiraz’ın dikkatini çekmeye çalışıyor gibiydi.
Gözleri yavaş yavaş loş ışığa alışıyordu. Fark ettiği başka bir şeyse rafların ilerledikçe tavandaki lambaları kapatmasıydı.
Tuvalete vardığına son bir lamba kalmıştı. Lambanın titrek ışığının altında Kiraz tuvaletin ötesine geçti ve ilerlemeye devam etti. Kalp atışları o ilerledikçe aynı kendisi gibi hızlanmıştı. Birkaç saniye içinde lambalar yok oldu fakat bir yerlerden loş ışık gelmeye devam ediyor, nereden geldiği gözükmüyordu.
Kitaplıklar uzamaya başladı, nerede bittiği belli olmuyordu artık, kitapların dili değişmişti. Türkçe değillerdi, okuyamadığı ve tanımadığı bir dilde yazıyordu artık. Fakat bir kelime hala aynıydı, asi Platon.
Biraz daha yürüdükten sonra tavan kısaldı ve on farklı yola ayrılan bir ayrıma geldi. Kiraz teker teker yolları inceledi. Hepsinden çıkan ışık farklıydı. Sarı ve loş olanı tercih etti. Böylece, karşısındaki yoldan ilerlemeye devam etti.
Kitaplardan oluşan bir mağaraya vardı. İlerlerken tavanı izledi, tavanda da raflar vardı. Fakat aşağı düşmüyorlardı. Kiraz sabırsızca hızlandı, kitaplara bakmıyordu artık. Geçtiği yolun kenarlarında arada sırada dağınık bir şekilde üst üste dizilmiş kitaplar çıkıyordu karşısına. Dağınıktı fakat rahatsız etmiyordu, etrafın kendi düzeni var gibiydi.
Arkasında duyduğu sesle aniden durdu, neredeyse düşüyordu. Birkaç hışırtı daha duyuldu, bir şey yavaş yavaş kitaplara sürünüyordu. Etrafında döndü, fakat hiçbir şey görememişti.
“Merak, kediyi öldürür derler.” Dedi bir ses, yankı bütün mağarayı kaplamıştı. Kiraz olduğu yerde kaldı, hareket etmemeye çalışarak etrafını usulca izledi.
Ama tatmin onu geri getirir. diye düşündü Kiraz, hâlâ etrafına bakınırken.
“Benden korkma küçük kız… Yaptığın seçimler kesinlikle daha tehlikeli, kendinde karşı dikkatli olmalısın... Bana değil.” Dedi ses bir kez daha.
“Neredesin?” diye seslenme cesaretini buldu Kiraz.
“Arkanı dön.” Dedi ses, artık tek bir yerden geliyordu.
Kiraz karşısında siyah tüylü kehribar renkli gözleri olan bir kediyle karşılaştı. Kedinin bakışları sanki Kiraz’ın bütün niyetini okuyor gibiydi.
“Kediler konuşamaz…” diye mırıldandı Kiraz, kedi gülerek tepki verdi.
“Anlamadığın şeyleri olanaksız olarak değerlendirme küçük kız. Yaşadığın dünyada nelerin gerçek olabileceğini bilsen şaşırırdın.”
“Neden yaptığım seçimlerden korkmalıymışım?” diye sordu Kiraz. Bu kedi kendini ne sanıyordu?
“Saatçi sana tuvaletin ilerisine geçmemen gerektiğini söylemişti. Ama sen dinlemedin ve benim geçidime kadar geldin.”
“Burası nereden senin geçidin oluyormuş?”
Kedi kafasını yana yatırdı, Kiraz’ın boyunu ve suratını inceledi.
“Geri dönmen gerekiyor Kiraz. Burası insanların görmesi gereken bir yer değil.” Kiraz’ın kaşları çatıldı, “İleride ne olduğunu görmem gerekiyor.” dedi.
“Bulunduğumuz zamanda hiçbir şeyi görmen gerekmiyor, Kiraz.”
“Adımı nereden biliyorsun?”
“Ben, geçidime giren herkesi ve her şeyi bilirim. Her şeyi…” Kedi, Kiraz’a biraz daha yaklaştı.
“Beni zorla geri mi göndereceksin?”
“Senin vereceğin kararlara ben karışamam.” dedi net bir şekilde.
“O zaman ilerlersem beni durduramazsın…” dedi Kiraz, kedi iç geçirdi. İnsanların ne kadar aptal yaratıklar olduğunu unutmuştu.
“Evet durduramam Kiraz, fakat seni uyarmadım deme. Zaman senin aleyhinde ilerliyor.
Kiraz gülerek, “Daha küçüğüm, çok zamanım var.” dedi. Kedi ona baktı bir süre, ona acıyordu.
“Seni kararından vazgeçiremeyeceğimin farkındayım Kiraz, fakat çıktığın yol çok tehlikeli. Dikkatli olmalısın.”
“Neden ki, ne var ki orada?”
“Kendin.” Dedi kedi ve yığın haline gelmiş kitapların üstüne sıçradı.
“Nereye gidiyorsun?” diye seslendi Kiraz.
“Yapacak daha önemli işlerim var küçük kız, seni ikna etmeye zaman harcamayacağım.” Dedi kedi ve mağaranın içinde kayboldu. “İyi şanslar…” sesi bütün mağarada yankılanmıştı.
“Aptal kedicik.” Diye mırıldandı Kiraz kendi kendine ve mağaranın içlerine doğru yol almaya devam etti.
Yol fazlasıyla bunaltıcıydı fakat Kiraz mağaranın sonundaki ışığı görene kadar dinlenmedi. Dışarı çıktığında derin bir nefes aldı, ilk defa nefes alıyormuş gibiydi sanki. İçine çektiği hava temiz ve canlıydı. Gördüğü her renk daha canlı ve parlaktı. Ağaçların üst kısımlarından yayılan ışık Kiraz’ın tenini ısıtıyordu. Çömeldi, yere dokunurken hissettiği dokunun tarifi yoktu sanki daha önce hiç çimene dokunmamış gibiydi. Arkasına baktı, mağaranın çıkışında bir kedi kuyruğu gördü. Tavandan aşağı sarkıyor, iki yana sallanıyordu. Kiraz sesli bir iç geçirdi, mağaraya dönmeliydi.
Gitmeye yeltendiğinde arkasında çok nazik bir ses duydu.
“Biraz daha incelemek istemez misin tatlım?” Hızlıca arkasına döndü Kiraz. Karşısında ona gülümseyerek bakan genç ve güzel bir kadın vardı. Kiraz kedinin mağaradan başka insanların geçmemesi gerektiğini söylemişti…
“Aslında gitsem iyi olur.” Dedi Kiraz, kadını incelemeye devam etti. Bastığı yerler çamurdu fakat bu kadını rahatsız ediyor gibi görünmüyordu. Siyah saçları beline kadar uzanıyordu, mavi elbisesi güneşte parlıyor sanki kumaş sudan yapılmış gibi dalgalanıyordu.
“Neden gitmen gerekiyor?” diye sordu kadın salt merakla. Kiraz mağaranın çıkışını gösterdi, kedi mağaranın ortasında oturuyordu.
“Bana, buranın tehlikeli olduğunu söyledi.” Kadın içten bir şekilde güldü.
“Kediler konuşamaz, küçük kız. Bu kedi konuşuyorsa eğer onu neden dinleyesin ki? Sana baştan kedi gibi görünerek yalan söylediyse neden dediği diğer şeylere inanasın ki?” Kiraz’ın kaşları çatıldı ve arkaya baktı.
Kedi olanları sakin bir şekilde izliyor, kuyruğunu rahat bir şekilde sallıyordu. Kiraz onun konuşup kendini savunmasını bekledi fakat kedi arkasını döndü ve yavaş yavaş mağaranın derinliklerinde kayboldu.
Kiraz ne yapacağını bilemeyerek kadına döndü. Kadın Kiraz’ı inceliyordu, gözleri merakla parlıyordu.
“Sanırım biraz daha kalabilirim.” Kadın gülümsedi, fakat bir gariplik vardı gülümsemesinde. İçten veya mutluluktan değildi, heyecandandı. Gizemin ve bilinmeyenin insanda oluşturduğu saf bir duyguyu barındırıyordu. Elini Kiraz’a uzattı, aceleciydi. Kiraz kadının elini tutunca bir rüyadan uyanmış gibi hissetti. Birlikte ormanın derinliklerine ilerlediler.
“Pekâlâ, seni hangi rüzgâr attı buraya küçük kız.”
“Sıkılmıştım.” Dedi Kiraz omuz silkerek. Etrafı, daha sonra hatırlayabileceği şekilde inceliyordu, geri dönecekti. Eve gidip ödevlerini yapması gerekiyordu. Kiraz kendi kendine gülecekti neredeyse, annesi bunu duysa çok mutlu olurdu.
“Sadece sıkılarak bu kadar yolu gideceğini düşünmüyorum küçük kız. Altında başka bir neden mutlaka yatıyordur.” Dedi kadın. Kiraz buna nasıl cevap vereceğini bilmiyordu, merak etmişti işte.
Ağaçların arasında ilerledikçe Kiraz geçtikleri her yerin ne kadar farklı olduğunu fark ediyordu. Ağaçların yaprakları, taşlar, çimenler… Sanki hepsi birbirinden farklıydı ve ayırt edilemeyecek bir şey değildi bu.
“Buradaki her şey birbirinden farklı…” diye mırıldandı Kiraz.
“Nasıl yani?” diye sordu kadın, Kiraz o an fark etti ki kadın koltuk altında bir kutu saklıyordu.
“Normalde ağaçlar nereden geçersen geç birbirinin aynısı gibi görünür. Fakat burada her şey birbirinden farklı, her çimen tanesinin bile ne kadar farklı olduğunu görebiliyorum.” Bunlara ne zamandan beri dikkat ediyordu bilmiyordu ama ilgisini çekmişti.
“Kaç yaşındasın küçük kız?” diye sordu kadın, suratındaki gülümseme solmuştu. Kiraz garipsese de sorusunu geçiştirmesine takılmadı.
“On…” dedi Kiraz.
“Yaşını söylemek garip mi geldi küçük kız?”
“Hayır, sadece ne kadar küçük olduğumu unutmuşum.” Dedi Kiraz, kafası karışmış gibiydi.
“Hiçbir şey aynı değildir, küçük kız… Hele ki burada.” Dedi kadın.
“Peki burası neresi?”
“Yolculuğun sonuna ulaşınca anlarsın. Sadece biraz daha derinlere inmen gerekiyor.”
“Yolumu nasıl bulacağım?”
“Merakını takip et.” Dedi kadın, Kiraz kaşlarını çatarak kadına baktı. Merakımı mı takip edeyim?
“Doğru yere gittiğimi nereden bileceğim peki?”
“Hiçbir zaman gidilemeyen bir yere şu anda da gidemezsin küçük kız.”
“İyi de ya yanlış bir yere saparsam?”
“Etrafına bir bak, sana göre doğru olan bir yer görüyor musun?” dedi kadın gülerek, ardından üstü işlemelerle kaplı kutusuyla oynamaya başladı. İşlemelerin üstünde sanki kadının kendisi de vardı. Birkaç kişiyle daha resmedilmişti fakat Kiraz onların kimler olduğunu anlayamadı.
İç geçirerek ileriye baktı Kiraz. Ağaçlar bir yerde bitiyordu fakat ötesinde ne olduğu görünmüyordu. Ağaçların bittiği yere doğru ilerlemeye başladı. Birkaç adımdan sonra kadının gelmediğini gördü.
“Benimle gelmeyecek misin?”
“Hayır küçük kız, sınırlarımın ötesine geçemem. Oraya tek başına gitmen gerekiyor.” Kiraz arkalarında kalan mağarayı aradı. Kadın görüş açısının önüne geçti.
“Bu kadar yürüdükten sonra geri kalanını görmeden gidecek misin gerçekten?” Kiraz tereddüt ederek de olsa kafasını hayır anlamında salladı. Kadın gülümsedi, yine o rahatsız edici gülümsemeyi görmek Kiraz’ı tedirgin etti…
Kadına arkasını döndü ve ağaçların bittiği yere doğru ilerlemeye başladı.
“Umarım tekrar görüşürüz Kiraz.” Dedi kadın. Kiraz arkasına döndü, fakat daha bir şey diyemeden kadın çoktan gitmişti bile.
Kiraz ilerlemeye devam etti, gideceği yolun nereye açıldığını bilmiyordu, geri dönmesi gerekiyordu fakat kadın haklıydı. Buraya hayatının başka hiçbir yerinde rastlayamayacaktı.
Birbirinden farklı ağaçların oluşturduğu yoldan gitmeye başladı. Ağaçların kesildiği nokta her geçen saniye daha da belirginleşiyordu. Burada hava ne soğuktu ne sıcaktı. Rüzgâr bile vücut ısısına göre esiyordu, her şey mükemmeldi.
Ağaçların sonuna vardığında şeffaf bir perdeyle karşılaştı. Yukarı baktı, sağa ve sola. Fakat perdenin nerede başlayıp nerede bittiğini ayırt edemiyordu. Birkaç adım geriledi, perde şeffaftı ama arkası gözükmüyordu. Elini uzattı perdeye doğru, fakat hareketleri yavaştı.
Dokunduğunda perde, parmağının çıkardığı bir su dalgasıyla dalgalandı. Tekrar dokundu fakat parmağını geri çekmedi. Sudan daha hafif, havadan dağa ağırdı dokunduğu şey. Bir şeye dokunuyordu farkındaydı, ama teni bu hissi çok net bir şekilde algılayamıyordu.
Bir adım attı ileriye, arkasında ne olduğunu bilmediği bu yere gidecekti. Merakı böyle söylüyordu ona, aynı kadının dediği gibi.
Perdenin ilerisine geçtiğinde birkaç saniye içinde bulunduğu durumu algılamaya çalıştı. Simsiyah bir alandaydı. Ne bastığı yer ne de etraftaki eşyalar gözüküyordu. Etrafta hiçbir ses yoktu. Karanlığın derinliklerine ilerlemeye başladı.
Ayakkabısı ses çıkarmıyordu, bir yere bastığından bile emin değildi. Belki de düşüyordu. Belki de birazdan yere çakılacaktı. Kiraz derin ve titrek bir nefes verdi. Yapması gereken tek şey ilerlemekti. Fakat daha ne kadar ilerleyecekti? Eve dönüş yolunu hatırlıyor gibiydi fakat, ya geri dönemezse? Merakı yüzünden geç kalmıştı bile…
Biraz daha ilerlediğinde mavi ve yeşil karışımı bir Nebula’yla karşılaştı, bu tür bulutsuları sadece filmlerde veya belgesellerde görmüştü... Onların yanından geçtikçe bedeni aydınlanıyordu, fakat bastığı yer hala gözükmüyordu. Yıldızların arasında ilerlerken parmağının ucundan daha küçük olduklarını fark etti. En yakınındaki yıldıza dokunmaya çalıştı.
“Yıldızlar buradan çok uzakta, genç kız.” Dedi bir ses ‘tıs’layarak. Kiraz etrafına baktı, kendi çıkardığı sesleri duymuyordu fakat bir sürünme sesi geliyordu.
“Çok yakın duruyorlar.” Dedi Kiraz, kazağının kollarını ve altını çekiştirmeye başladı. Rahatsız edici gelmişti artık. Bu sırada, sesin sahibi Kiraz’ın önüne geldi sürünerek.
“Sen de bana mağaradaki kedi gibi yalan mı söylüyorsun yoksa bir yılan mısın?” diye sordu Kiraz, sitemli bir şekilde.
“Ben bir yılan değilim genç kız, yılanlar konuşamaz.” Dedi yılan. “Sen beni nasıl görmeyi seçiyorsan, karşına o şekilde çıkarım.”
“Bu da ne demek?” diye sordu Kiraz, sesi mi kalınlaşmıştı?
“Ben bir yılan değilim demek…” dedi yılan diklenerek. Kiraz onun meydan okumayı sevdiğini fark etti.
“Her zaman böyle dik başlı mısındır?”
“Her zaman böyle ardı arkası kesilmeyen sorular mı sorarsın?” diye tısladı yılan. Kiraz bir adım geri çekildi. Bu sırada yılan abartılı bir hareketle kuyruğunu salladı ve Kiraz’a arkasını döndü.
“Gidecek bir yerin olduğunu düşünüyorum. Vakit kaybetmesek iyi olur.” Dedi yılan ve Kiraz’ın ne diyeceğini beklemeden ilerlemeye devam etti.
“Aslında geri dönmeyi düşünüyorum.” Dedi Kiraz.
“Neden, ödevlerini mi yapacaksın?”
“Aslına bakarsan, evet.”
“Siz insanlar…” dedi yılan onaylamayan bir şekilde. “Kendinize kural yaratıyor arından da onların köleleri oluyorsunuz.”
“Kurallar, insanları düzene sokmak için var. Uyum içinde yaşamamız için…” dedi Kiraz, sesi yükselmişti. Annesi her zaman ona kurallara uyması gerektiğini söylerdi, babası da annesini dinlemesi gerektiğini…
“Kurallar olmadan yaşayamayız.” Dedi Kiraz sesini alçaltarak, ama netti.
“Kurallar varken de yaşayamıyorsunuz…” dedi yılan sinirlenmiş gibiydi. “Hadi gel, kısa sürecek.” dedi yılan ve kuyruğunu Kiraz’ın tutabileceği şekilde konumlandırdı. Birlikte ilerlemeye başladılar. Bu sırada Kiraz, kadına dokunduğundaki gibi hissetmişti. Fakat bu seferki daha güçlü ve canlıydı.
“Kurallar önemlidir genç kız, fakat kuralsızlıkta bile bir düzen vardır.”
“Ne demek bu?” diye sordu Kiraz.
“Doğduğunda, bir düzen gereğince yaratılırsın. Fakat öldüğünde bu düzen bozulur ve toprağa gidersin. Senin oluşturduğun bu kaos da bitkileri oluşturur, mantarları kendine çeker, toprağı besler. Tekrar bir düzen oluşur.” Dedi yılan, bu sırada kafasıyla bir yeri gösterdi.
Kiraz ileride bir yerde bir patlamanın oluştuğunu gördü. Patlamadan çok bir genişlemeydi bu.
“Sadece görmek yetmez.” Dedi yılan. Bir anda yılan büyümeye başladı. Kiraz birkaç adım geriledi korkuyla fakat yılan tekrar tısladı.
“Sırtıma bin.” Dedi ve kuyruğunu aşağı uzattı. Kiraz yavaşça yılanın sırtına tırmandı. Yılan biraz geri çekildi, ufaldı ve kısaldı ardından ileri sıçradı.
O kadar uzun ve hızlı sıçradı ki Kiraz, gözünü açtığında patlamayı güvenli bir yerden izlediklerini fark etti. Yılan, yavaşça ileri süründü.
Kiraz, patlama ilerledikçe yeni yıldızlar, güneşler, renkli Nebulalar, gezegenler oluştuğunu gördü. Elini ileriye uzattı, güneş ışığını teninde hissedebiliyordu… Yaşamı hissedebiliyordu.
“Anlıyor musun?” dedi yılan sakince. Kiraz konuşacak halde değildi sadece kafasını olumlu anlamda salladı.
Yılan tekrar geri sıçradı ve Kiraz’ı sırtından indirdi. Birkaç saniye içinde tekrar eski haline dönmüştü.
“Her şey olması gerektiği gibi ilerliyor, düzen sadece kaos yaratmak için var bu evrende. Fakat siz insanlar kaos’tan o kadar çok korkuyorsunuz ki onu baskılamak için elinizden gelen her şeyi yapıyorsunuz.”
“Bu doğru değil. İnsanlarla, doğada veya evrende yaşanan olayları karşılaştırmak haksızlık… Düzen olmadan insanların yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum.” Dedi Kiraz.
“Yaşam dediğimiz şeyin olduğu yerde her zaman bir düşünce ve buna bağlı olarak bir aksiyon mutlaka vardır genç kız… Fakat sizi suçlamıyorum, daha bebeksiniz.” Dedi yılan. “İnsanlar binlerce yıldır var… Nasıl bebek oluyoruz?” dedi Kiraz gülerek.
“Evrenin yaşına göre insanın yaşı ne ki?” diye karşılık verdi yılan. “Her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz, her şeyi çözebileceğinizi sanıyorsunuz. Bazı şeyler zaman alır. Emek ister. Sizler kendinizi değiştirmek için uğraşmıyorsunuz.”
“Bu durumda kural olmadan mı yaşamalıyız? Bunu mu demek istiyorsun?” dedi Kiraz, biraz da sitemle.
“Yazılı olmayan kurallarınız olmalı, kötü olarak nitelendirilen bir davranışı bir başkasına yapmadan önce sonuçları olduğunu düşünerek hareket etmelisiniz.”
“Bir davranışı nasıl kötü olarak nitelendirebiliriz ki?” diye sordu Kiraz. “Bir insan hep nasıl iyi davranabilir ki?” Yılan sert bir şekilde ‘tıs’ ladı. “Size hep iyi davanın demiyorum.”
“İyi ve kötüyü başkaları üzerindeki etkiye göre tartarsın. Uzun ve kısa vadedeki etkilerini düşünerek.” Diye devam etti Yılan.
Bir süre sessizce yürüdüler. Kiraz düşüncelerine dalmıştı, bu sırada giydiği kıyafet her geçen saniye daha da kısalıyordu.
“Biraz rahatsız gibisin genç hanım.” Dedi Yılan sakince.
“Neden bilmiyorum ama, kıyafetlerim geldiğimden beri kısalıyormuş gibi hissediyorum.”
“Belki de sen büyüyorsundur Kiraz…” dedi yılan, basit bir açıklama yaparmış gibiydi.
“En fazla bir saat olmuştur...” Dedi Kiraz, anlamakta güçlük çekmişti, yılan ona yanıt vermedi.
Bir süre daha karanlığın ve yıldızların arasında yürüdüler. Kiraz hayatında ilk defa bu kadar canlı hissediyordu.
“Yolun buradan sonrasını ben geçemem.” dedi yılan. Kiraz gözlerini kısarak ileriye baktı, yıldızlar ve karanlık devam ediyordu. Hatta birkaç Nebula bile seçebilmişti.
“Neden?”
“Geçtiğin şeffaf perdenin aynısının önünde duruyoruz. Burnunun ucunda fakat göremiyorsun. Dedi yılan, Kiraz güldü. Yaptıkları konuşmadan keyif almıştı. Arkasına baktığında ucu bucağı olmayan bir karanlık gördü sadece. Nebulalar, yıldızlar, gezegenler… Hepsi gitmişti.
“Daha ne kadar gitmem gerekiyor?” diye sordu Kiraz.
“Son bir yer kaldı sadece.”
Kiraz, kalbinin daha hızlı çarptığını hissedebiliyordu. Elini ileri uzattı, gerçekten de başka bir şeffaf perde vardı tam önünde. Eline baktığında yanlış mı yoksa doğru mu gördüğünden emin olamadı. Kırışıklıklar çıkmıştı. Yılana bir şey diyemeden bir şey onun parmağını tuttu ve içeri çekti. Kiraz bir kez daha canlandığını hissetti, fakat bu diğerlerine göre kat be kat güçlüydü. İçinden bir ses ‘son kez’ diyordu.
Kiraz çekilmenin etkisiyle dengesini kaybetti ve yere düştü. Canı bir saat öncesine göre çok daha fazla acımıştı.
“Buraya bir çocuk gelecek sanıyordum. Bana yalan mı söylediler yoksa…” dedi muzip bir ses. Kiraz’ın kaşları çatıldı, ayağa kalkarken hareketleri sert ve düzensizdi.
“Ben bir çocuğum zaten!” dedi Kiraz bağırarak, fakat ses tonu ve görünüşü aksini söylüyordu.
“En son ne zaman aynada kendine baktın?” diye sordu yaşlı adam. Kırmızı bir tulum giymişti, kafasındaki soytarı şapkası da aynı şekilde kırmızıydı. Yaşlı görünüşüne rağmen yüzündeki gülümseme fazla canlıydı. Suratındaki gülümsemenin ardında kim bilir kaç düşünce vardı, kim bilir kaç kişiyi kandırmayı bekliyordu.
“Neyse ne… Bir soytarıyla tartışmayacağım.” Dedi Kiraz ve hışımla yaşlı adamı geçerek ilerlemeye devam etti.
Bir taht odasındaydı, siyah mermer yolun sonunda kısa ama geniş bir merdiven vardı. Bir süre sonra bu merdiven ikiye ayrılıyor, tahtın durduğu yere açılıyordu.
Tahtın arkasında büyük bir ağaç vardı. Ağacın kavuğu altın işlemelerle kaplıydı ve tavanla birleşiyordu. Ağacın iki yanını saran büyük altın işlemeli iki cam vardı. Kiraz tavana baktı, gri ve siyah işlemelerle kaplı tavandan aşağı altın kristal bir avize sarkıyordu.
“Neden?” diye sordu soytarı.
“Ne neden?”
“Neden bir soytarıyla tartışmazsın?”
Kiraz’ın hizasına kadar yürüdü ve durdu. Hala gülümsüyordu, aynı ilk başta gördüğü kadın gibi huzursuz ediciydi, fakat aynı duyguları paylaşmıyordu. Gülüşü bilinmeyeni saklıyordu sanki. Bilinmeyenden gelen korkuyu alıyor ve bunu kucaklıyordu. Bilinmeyenle uyum içinde olan gülümsemesi şeytanın suratında oluşabilirdi sadece.
“İşi sadece kralı güldürmek olan biriyle niye tartışayım ki?” dedi Kiraz, gerginliğini saklamaya çalışıyordu. Soytarı güldü.
“Sence krala karşı çıkabilen tek kişi kimdi peki?” diye sordu Soytarı. Kiraz omuz silkti.
“Soytarı…” dedi yaşlı adam. “İşi insanlara rezil olmak olan birini kim tehdit olarak görür ki? Ya da onu zeki olarak görür ki?” diye sordu yaşlı adam kafasını yana eğerek. Etraftaki tek ses soytarının şapkasındaki ziller oldu bir süre.
“Ama haklısın Kiraz… Bir soytarıyla tartışılmaz. Onun ne düşündüğünü anlamak, otobüs durağında etrafı izleyip bir katil aramaya benzer.” dedi yaşlı adam ve gülerek tahta doğru yürümeye başladı.
Kiraz yürümeyi kesti ve durdu. İki üç adım gitmek bile onu yormuştu. Eve koşarak gidiyorum ben, iki üç adımda nasıl yorulabilirim?”
“Ben neden buradayım.” Dedi Kiraz, burada olduğunu şu an fark ediyor gibiydi.
“Merak ettin ve geldin.” Dedi yaşlı adam, durmamıştı.
“Hayır, geri dönmek istedim.” Dedi Kiraz. Yaşlı adamın içten kahkahası duyuldu.
“Kimse seni zorla burada tutmadı, sen kendi isteğinle devam etmeyi ettin… Sanıyorum, gardiyan ve saatçi en başta seni uyarmıştı...”
Kiraz elleriyle şakaklarını ovuşturdu, nerede olduğunu bilmiyordu. Sanki bir rüyadan uyanmış gibiydi. Etrafına bakındı çaresizce. Buradan nasıl çıkacağını bilmiyordu. Eve nasıl döneceğini bilmiyordu. Karnına kramplar giriyordu sanki.
“Sakinleş biraz Kiraz, çok az kaldı. İstediğin şey tahtın üstünde seni bekliyor.” Dedi soytarı Kiraz’ın yanına giderek. Elini Kiraz’a uzattı. Kiraz’ın kafası neler olduğunu anlamlandıramıyordu, böylece şu durumda yapabileceği tek şeyi yaptı. Soytarının elini tuttu. Merdivenleri çıkarken, Kiraz nefes nefese kalmış, bütün ağırlığını Soytarıya veriyordu artık.
Birkaç dakika içinde, tahta vardılar. Kiraz nefes nefese kalmıştı ve gözleri kapanıyordu. Nefes alışverişleri zorlaşmıştı.
Kiraz, tahta oturduğunda bir süreliğine gözlerini kapatma ihtiyacı hissetti, başı çok ağrıyordu.
O sırada fark etti ki tahta dokunduğu andan beri daha düşünceleri canlanmıştı sanki. Fakat çok yorgundu, üzerindeki yorgunluğu atmak mümkün değildi.
Bu sırada bir gürültü duyuldu. Soytarı yere düşmüştü. Yaşlı adam zar zor ayağa kalktı. Kiraz’ın kulaklarında gülüşen insanların sesleri yankılandı sanki. Gözünü zar zor açık tutuyordu.
“Bu yolculuğun aceleye getirilmemesi gerekiyordu Kiraz.” Dedi Soytarı ve kafasına tacı yerleştirdi.
Kiraz tacı kafasından çekti, titreyen elleriyle yansımasını izledi. Bir süre ne gördüğünü anlayamadı. Hatta inanamadı. Karşısında yaşlı kadın bir yabancıydı. Böyle birini hayatında hiç görmemişti. Yıllardır aynada gördüğü kişi değildi bu. Başka biri olmalıydı.
Kiraz elinde kalan son güçle tacı yere fırlattı. Acı bir feryat taht odasında yankılandı, soytarının yüzündeki gülümseme bile soldu.
…
Saatçi masadaki işiyle uğraşırken, arkasından bir ‘miyavlama’ sesi duydu. Hüzünlü bir şekilde iç geçirdi yaşlı adam. Kediye dönüp bakmasına gerek yoktu. Masasındaki kum saatine baktı, zaman dolmuştu. Merakla, isyankârca, kurnazca akan eşsiz kum taneleri zamanını tüketmişti.
Masanın altındaki sol çekmeceyi açtı, içinden beyaz şeffaf bir bant, siyah bir kalem ve makas çıkardı. Bandı kesmeden önce üstüne Kiraz Evran yazdı ve kum saatinin üstüne yapıştırdı. Ardından masanın altındaki sağ çekmeceyi açtı anahtarla. Diğer bitmiş kum saatlerinin arasına koydu ve çekmeceyi o gün bir daha açmamak dileğiyle kapatıp kilitledi.
留言